İZMİR'İ KİM YAKTI?

İZMİR'İ KİM YAKTI?

İngilizlerin tahrikine kapılan Yunanlıların şuursuz hırsı sonucunda Antik Çağ’ın kültür mirası küle dönerken günümüze dek uzanan bir husumetin tohumu atılmıştır. Yangındaki gizemin yanı sıra doğa da İzmir’in yanmasını istermiş gibi, yangın gününe kadar İzmir’de hiç görülmemiş fırtına ve rüzgar trajediyi doruğa çıkarmıştır.

İZMİR’İ KİM YAKTI?

Kurtuluş Savaşı tarihinin belki de en gizemli olaylarından biridir. Evet, İzmir kurtuluşunun ardından yakılmıştır. Batılı kaynakların çoğuna göre İzmir’i Türkler yakmışlardır ama bu ifadenin düşmanca hislerle yazıldığı ortadadır. İzmir yangınındaki maddi kaybın çok ötesinde Akdeniz’in en önemli kültür ve sanat merkezi yanmış ve bu çok önemli kent bir daha aynı düzeye gelememiştir.

İngilizlerin tahrikine kapılan Yunanlıların şuursuz hırsı sonucunda Antik Çağ’ın kültür mirası küle dönerken günümüze dek uzanan bir husumetin tohumu atılmıştır. Yangındaki gizemin yanı sıra doğa da İzmir’in yanmasını istermiş gibi, yangın gününe kadar İzmir’de hiç görülmemiş fırtına ve rüzgar trajediyi doruğa çıkarmıştır.

İzmir faciasını orada bulunan Amerikalı tanıklardan dinleyelim. 1923 tarihli iki makale, iki Amerikan gazetecisi ve bir yazar tarafından 9 Eylül öncesi ve sonrası gözlenerek kaleme alınmıştır.

Evren, içinde tüm barındırdıklarıyla aslında bir gizemler bütündür. Biz bu gün kendi kendimize tespit ettiğimiz muhtelif yasalarla doğayı açıklayabildiğimizi sanırken aslında Kelebek Etkisi dediğimiz bir küçük kanat çırpmanın bir başka kıtada fırtınalara yol açabilme olasılığını her zaman göz ardı ederiz. Kaos, bu konuları inceler ama formülleştiremez.

Konunun tarih boyutu da böyledir. Bildiğimiz yazdığımız tarih bizim elimizden çıkmıştır, yani oldukça insancadır. Yaptıklarını yazarken güncel yaşamını tekrarlar ve olan biteni olduğu gibi göstermez. Kabahat samur kürk olsa kimsenin üzerine almayacağı bir şeydir. Tarihçiler ise egemen güçlere bağımlıysalar zaten hakim gücün arzusu doğrultusunda yazmak zorundadırlar. Bir an için bağımsız olduklarını düşünsek bile bu defa belirli ideolojilerin ya da özgün yorumların tutkunu olurlar. Örneğin Herodot’un tarihi Hellen’lere prim verim verirken çağdaşı olan diğer uygarlıklara karşı alaycı hatta küçümseyicidir daha da ötesi hayalcidir. Anabasis’in yazarı Ksenefenon ise günce/tarihçe seyahatnamesinde sanki bir paparazidir. Dişe dokunur bir bilgi edinmek için sayfaların arasında dolaşır durursunuz. Bir diğer batı kökenli ciddi hata akademik bir tarih kitabını elinize aldığınızda örneğin tam Sezar’la ilgili bilgilerinizi geliştirmeye uğraşırken aniden Tevrat kökenli referanslarla karşılaşırsınız. Oysa Tevrat tarih kitabı mıdır din kitabı mıdır karar vermek mümkün değildir.

 

Diana bir Azize, Saddam Deccal

Günümüzde tarih tamamen yetkili ve gücü olanların düşünceleri, kişisel inançları ya da ait oldukları sistemin güdüleri sonucunda ortaya çıkmaktadır. Toktamış Ateş’in herhangi bir konudaki tarihsel araştırmasını gelecekte okuyacak olanlar aynı konuyu yazan Abdurrahman Dilipak’ı da okuduklarında şok geçireceklerdir. Buna bu gün yorum veya düşünce özgürlüğü dense de sonuçta önemli olan gerçeğin nerede olduğu ve kimin yazdığıdır.

Güncel sorunlar, bireysel ve örgütsel bakış açıları, hakim güçler ileri çağlarda insanlığın başına büyük dertler açacak bu gün yaşadığımız 5000 yıl öncesinin bilinmezlerinden çok daha öte, sosyo-politik kaoslar doğuracaktır. Bilim kurgu romanlarında olduğu gibi belki Atatürk peygamber sanılacak, Prenses Diana’nın bir Azize olduğuna inanılacak Saddam Hüseyin ise bir Deccal olarak kabul edilecektir.

II Dünya Savaşı sonrasında Amerika, sineması ve edebiyatı sayesinde tüm dünya Nazi Almanya’sını ebedi kötü ilan etmiştir. Oysa Naziler’in gücü ele almaya çalışan bir tarikat çetesi, bir mafya örgütü ya da anlam olarak her ikisini içeren bir yapılanma olabileceğini ölen milyonlarca Almanın onlardan olmayabileceğini düşünmemiştir. Tarih bilimine göre suçları Hitler’i seçmek ve ona boyun eğmektir. Ama Orta Çağ’da Fransız İspanyol ve İtalyan kiliseleri tarafından işkencelerle öldürülen, diri diri yakılan milyonlarca insanın sorumluluğu bu ülkelere ya da bizzat kiliselere mal edilmemektedir.

Cortez adlı İspanyol eşkıyanın ya da hapishane kaçkını kovboyların birer uygarlığı tümüyle yeryüzünden silmeleri günümüzün bakış açısıyla sadece ve sadece buruk bir nostaljidir.

Şimdi bu yazının kaynağı da The Nation dergisi ve olayı anlatanlar ise iki Amerikalı gazeteci. Bazen gerçekler, o günleri yaşayanlarla kaleme alanlar arasında gece ile gündüz kadar farklı olabiliyor. Nasıl ki kalabalığın içindeki bir kötü örneği tüm gruba mal etmek doğru değilse olayları objektif bir gözle görüp değerlendirmek bir o kadar da kolay değil. İnsanoğlunun bu bakış açısı altında bu gün anlatılanlar gelecekte bu gün olduğundan oldukça farklı şekillerde yorumlanacak.

 

Yukarıdaki resimde Aya Fotini Kilisesinin yangın sonrası görüntülenmiştir. Bu kiliside yangından sonra, bağlanarak öldürülmüş Türklerin cesetlerine rastlandı. 

 

Türk Ordusu Zulüm Yaptı mı?

İzmir’in kurtuluşunda suçlamalar Türk Ordusuna yönelmiştir ve İzmir ele geçirilirken gösterdiği davranışlarla ilgilidir.  Olayların tümüyle değerlendirilmesinde kaynak olarak İngiliz ve Amerikan raporları göz önüne alınmıştır ve bu tip raporların arkasındaki temel politika tutarlı bir şekilde sürdürülen Anti Türkçülüktür.

Galip Türk Ordusu Ege Bölgesi’ne girdiğinde Hristiyan nüfusun aklına ilk gelen, 1919’da Yunanlıların 4000 Müslüman halkı boğazlamasıydı. Bu yüzden hemen bir panik başladı ve Hristiyanlar bir kısım Türklerin intikamından korunmak için yalvarıp korunma talep ediyorlardı. Cenova’da bulunan Milletler Birliği (Council of the League of Nations) Ankara’ya ricacılar yollayarak yumuşak davranılmasını ve zulüm yapılmamasını istedi. Bu davranış aslında Milletler Birliği’nin Yunan zulmünün resmen kabul edişi anlamına gelmekteydi. Tedrici olarak İzmir’de Yunanlıların düşüşü ve Avrupa’da Hristiyan ulusların yükselişi aynı döneme denk gelmektedir. Fakat Yunanlıların geri çekiliş sırasında içinde bulundukları büyük moral çöküşü çok kötü davranmalarına neden oldu ve çok etkin olan İngiliz sansürü kendilerince gerekeni yaparak basına bir sızma olmasını engelledi.

Yenik Yunan Ordusunun acımasız yağması ve geri çekilirken her geçtiği yeri yakıp yıkması gittikçe artarken, Komutan İsmet Paşa öç almayı amaçlayan askerleri kontrol etmekte zorlansa da zoru başardı. Askerlerin vakarları ve disiplinleri batılı gözlemcileri derinden etkilemişti. İzmir’e giren ilk Türk birlikleri yağmayı engellemek için hemen bir askeri polis gücü oluşturdular. Panik içindeki isterik Rum halkını sakinleştirmek için yapılacak en iyi şey buydu.

Yangının 14 Eylül Sabahı Görünümü ve Rüzgar Yangını Şehre Taşıyor.

 

Yunanlılar Korkudan Çılgına Dönmüştü

London Daiy Mail, Chicago Tribune gazetelerinin ve Reuter Ajansının muhabirleri talihsiz kentin en etkili yerlerindeydiler ve yangında Türk izine rastlamadılar. Bu gazetecilerin haberlerine ve tanıklıklarına rağmen hala İzmir’i Türklerin yaktığı söylenmekte ve inanılmaktadır.  Geri çekilme sırasında Yunan Ordusunda bulunan Reuter muhabiri, Uşak terk edilirken Yunanlı bir subayı kenti yakmamaları için uyarmış ama dinletememişti. Haberi İzmir’den gazeteye şu şekilde aktarmıştı. “Yunan askerinin moral bozukluğu çok fazlaydı ama en kötüsü subayların çoğunun yağmayı ve yakıp yıkmayı bizzat yönetmeleri ve hatta elleriyle yapmalarıydı.”

Amerikan Kızılhaç’tan Albay Haskell Orta Doğu’da yaptığı araştırma turundan döndükten sonra yaptığı resmi açıklamada şöyle diyordu. “Amerika, geri çekilen Yunan askerinin inatla yakıp yıkmaları yüzünden evsiz kalan yatım milyon Türk’ü besleyecek, oysa bu yardım orada yaşayan ve yardım bekleyen Rumlarla, Ermeniler için yapılacaktı.”

Amerikan kamuoyunda sayısız yalanlarla karıştırılan ve yaygınlaştırılan sözde Türk katliamının gerçek icracısı Yunanlılardır.

Kaynak: Arthur Moss ve Florence Gilliam. “The Nation, 13 Haziran 1923” 

 

 

Yangını İzmirli Ermeniler mi Planladı?

“Hemen hemen Amerika’daki herkes İzmir cehennemine neden olan trajedinin Türkler tarafından yapıldığına inanıyor ama bu kolektif inanç benim için sürpriz oldu ve inanıyorum ki başkaları için de öyle olmuştur. Milliyetçilik veya politik bağlılık, hangisi olursa olsun, hele bir de o felaketi görüp gelmişseniz yaşayacağınız sürpriz daha büyük olacaktır. Bilinen en üst düzeydeki savaş suçlamasını, güdülerin etkisinde kalarak Türklere karşı yapmak hiç de akılcı bir davranış değil. Evet, onlar İzmir’i aldılar; kent yerinde duruyordu ve Orient bir savaşın en büyük ödülüydü. Kentte yaşayan Türkler yiyecek bulmak, evlerini korumak ve işlerini yürütebilme çabasındaydılar.  Çeşitli araç ve gereçleri satan bir dükkan, askerlerin ve halkın ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyordu. Hal böyleyken neden kendi ihtiyaçlarını karşılayan yerleri yaksınlar? Bir diğer genel inanç, Ermenilerin ve Rumların nefret ettikleri düşmanlarına ganimet bırakmak istemedikleri doğrultusundadır. Yangından birkaç gün önce duyulan bir habere göre bir grup Ermeni genci, eğer kent Türklerin eline geçerse büyük bir yangın başlatmak için hazırlık yaptığı şeklindeydi.

 

Bir Dehşetin Öngörüsü

 İzmir İtfaiye Şefi Paul Griscovitch endişeliydi bana geldiğinde söylentilerden bahsetti ve Ermenilerin yapacağı sabotaj olasılığının özellikle üzerinde duruyordu. Olayların akışı ve tarzı ve son olarak İzmir Rıhtımında yaşanacak büyük bir dehşeti işaret ediyordu. Eylül’ün ilk günlerinde İstanbul Yüksek Komiseri olan Amiral Mark L. Bristol, Acil Yardım Komitesini organize etmeye başladı. Kentin Türklerin eline geçeceğinden emindi ve kötü şeylerin olacağını öngörüyordu. Kaptan Wolleson komutasındaki Amerikan Destroyeri USS Lawrence yardım komitesini İzmir’e taşıdığında ben de komite üyesi olarak içindeydim. 8 Eylül 1922 Cuma akşamı limana varmıştık. Kenti terk eden son Yunan askerlerini izliyorduk. Önümüze getirilen ciddi sorunları karşılaştırdığımızda, yangın olasılığı tüm komite üyeleri tarafından kabul edildi. Kentte çok yüksek bir gerilim vardı. Öğrendiğimize göre kent polisinin ve itfaiyecilerinin tümü Rum’du, hepsi korku içindeydiler. Bir an önce görevlerini bırakıp yaklaşan Türk Ordusundan kaçmak istiyorlardı. Görevimi yapmak için durumu gözden geçirmek istiyordum, yangınla mücadele edecek ekip iki küçük istasyonda görevli altmış kişiden ibaretti.

 

Kundakçılar Göçmenlerin Arasında mıydı?

İyi durumda olan çekilebilir bir yangın arabası (tulumba) ve yarım düzine kadar da el makinası verdi. Bunlarla rıhtımdan deniz suyu çekilebilir ve hortumlarla iletilebilirdi. Kentte üç katlı bina sayısı çok azdı, büyük çoğunluğu iki katlıydı. Kentte dolaşan bir söylentiye göre, Ermeni Hastanesi’nin çevresinde toplanan 1500 göçmen Türkler tarafından yakılmıştı. Salı günü öğle öncesinde yardım çağrısı aldık. Hastaneye gittim, yanımda Dr. Post, iki hemşire ve Yakın Doğu Yardım Ekibi vardı. Oradayken, bir yüzbaşı komutasındaki 15-20 Türk askeri gelerek, hastaneyi askeri amaçlar için kullanmak istediklerini söylediler. Bu arada göçmenler peş peşe geliyorlardı. Bazıları kamyonlara doluşmuştu ve her türden insan vardı aralarında. Erkeğiyle kadınıyla çocuğuyla herkes hastaneye sığınma çabasındaydı. Saat altı olduğunda hem hastane binası, hem hastane bahçesi hem de çevre göçmenlerle doluydu.

Türk Yüzbaşısının elinde, Komutanlığın verdiği yazılı emirler vardı ve hastaneyi bir an önce işgal güçlerinin kullanımına hazır hale getirmek istiyordu. Bize bu geceden itibaren Türk hasta ve yaralıların geleceklerini söyledi. Ayrıca göçmenlerin çoğu silahlıydı ve Yüzbaşı o silahları toplamak istiyordu. Aldığı emirler arasında, eğer göçmenler silahlarını teslim etmek istemezse, ateş açmak da vardı. Silahları toplamak için bizlerin de yardımını istiyor ve biz Amerikalılara yani Dr. Post’a, iki hemşireye ve bana güveniyordu.

 

 

Kanıtlanıyor Bulunuyor

Ertesi sabah 13 Eylül Perşembe günüydü ve kritik durum zirveye ulaşmıştı. İtfaiye Şefi Paul Griscovich geldi ve bana eski elbiselerden, paçavralardan ve yatak çarşaflarından yapılmış ve benzine bulanmış bohçalar bulduğunu söyledi. Bunların bazıları Ermeni göçmenler tarafından yapılmışlar ve terk edilmişlerdi. Grescovich tanık olmam için bana baskı yapıyordu. Onunla beraber geçirdiğim üç gün boyunca tartıştık. Pazar sabahına kadar… Araştırdık. Çevirmene ihtiyacımız yoktu çünkü İngilizceyi mükemmel konuşuyordu. Grescovich bir mühendisti. Avusturya’da eğitim görmüş ve Türkiye’de tanınmıştı.  12 Yıl önce İzmir İtfaiye Şefi olmuştu ve işinin ehli biriydi. Bana Eylül’ün ilk haftasında kentte günde ortalama beş yangın çıktığını ama kör topal da olsa yetersiz örgütüyle bunların hakkından geldiğini anlattı. Yangınların çıkış nedeni genellikle dikkatsizlikti ama bazılarının kundakçılıktan kaynaklandığını düşünüyordu. Sonuç olarak normal bir dönemdi ve olağandışı bir şey yoktu. Türk yetkililerin gelmesinden ve kontrolü ele almasından sonra Grescovich adam takviyesi ve yangın malzemesi istemişti. Ama yardım yerine Türk Askeri Valisi, Rumların hala itfaiyeci olarak çalıştıklarını öğrenince hepsinin tutuklanmalarını emretmişti. Şimdi ise sadece 37 itfaiyesi kalmıştı. Pazartesi günü gecesi birkaç yangın çıkmış doğal olarak yangın ekibi yetersiz kalmıştı ama yangına gelen Türk askerleri yangınları söndürmüştü.

 

 

Yakalanan Bir Grup Kundakçı

Salı gecesi ve Çarşamba sabahında Türk askerleri bir grup Ermeniyi kurşuna dizdi. Öldürülenler Ermeni mahallesinde demiryolu yakınında benzin kullanarak yangın çıkarmakla suçlanmışlardı. Çarşamba sabahı Grescovich kundakçılıkla ilgili bazı kanıtlar buldu ve bana iki Ermeni rahibin öncülüğünde Ermeni Okulu ve Dominik Kilisesinden gelen binlerce göçmenin rıhtımın çevresine gelerek sığındıklarını bildirdi. Grescovich onların yanına gittiğinde eşyaların arasında kime ait olduğu belli olmayan benzine bulanmış paçavralar ve yakılmaya hazır meşaleler bulmuştu. İtfaiye Şefi ve adamları durumdan emindiler ve genç Ermenilerin bazıları kadın kılığına girmişler bazıları da başıbozuk Türk askerlerinin giysilerini giyerek gizlenmişlerdi ama yangını başlatamadan o sabah yakalandılar. Ama artık olaylar akıyordu.

 

Kazım Paşa Yangını Ciddiye Almadı mı?

Perşembe sabahı, saat 11:20 de en azından yarım düzine yangın ihbar geldi. Yangınlar yükleme ambarlarının ve yolcu istasyonunun çevresinde başlamıştı. Bu önemli yangınlar binalar arasında durulunca, Türklere korunma ve önlem alma zamanı doğdu. Aynı zamanda da Hristiyanların bulunduğu bölgede çıkan yangınlar onların işine gelmişti. Saat 12:00’de Ermeni Hastanesi’nin çevresinde beş yangın daha çıktı. Aynı anda Ermeni Kulübünün bulunduğu yerde iki yangın daha rapor edildi ve birkaç dakika sonra istasyon çevresinde birçok yangının daha başladığı haberleri geldi. Öğleden sonra Grescovich, kentin yok olacağına inanmıştı. Yine askeri yetkililere giderek yardım istedi ama yardım gelmedi. Ancak saat altıya gelirken 100 asker Şef’in emrine gönderildi. Saat sekiz olduğunda askerler bombalarla evleri yıkmaya çalışarak yangının yayılmasını engellemeye çalışıyorlardı. Ertesi gün öğleden sonra Başkomutanlığa gittim. Türk Askeri Valisi Kazım Paşa’nın odasının penceresi açıktı ve oradan kentin yanan bölgelerinden yükselen dumanları görebiliyordum. Paşa’nın dikkatini çekmeye çalıştım ama o bana garanti vermeye çalıştı. Vali, “Yangın olasılığını hep düşündüm askerlerime gerekli emirleri verdim, yangını durduracaklar” dedi. Komutanlıktan ayrıldım saat beşte yine buluşmak için Vali Paşa ile randevulaştık. Fakat yangın çok hızla yayılıyordu, halk evlerini ter ediyor, yüzlerce insan panik halinde rıhtıma doğru kaçıyordu. Saat beşe geldiğinde ortalık o kadar karmaşık bir hal almıştı ki komutanlığa ulaşmanın mümkün olmadığını anladım.

 

Rüzgar da İzmir’e Düşmandı

Öğleden sonra rüzgar arttı ve güneydoğudan esmeye başladı, bu mevsim için bu normal değildi ve gece olduğunda rüzgar fırtınaya dönüştü. Çevremdeki tanıdığım İzmirliler bana bu aylarda böyle şiddetli rüzgarı asla görmediklerini ve bunun normalin ötesinde bir olay olduğunu söylüyorlardı. Rüzgar yoğun duman ve külleri Amerikan destroyeri US Litchfield’in üzerine savuruyordu. Göz gözü görmez olmuştu ve nefes alınamıyordu. Destroyer kıyıdan açılarak 700-800 m uzağa demirledi. Üç gün sonra Grescovich’i tekrar gördüm. Beş gündür uyumamış ve yangınla boğuşmuştu. Beraberce kentin yanan mahallelerini dolaştık. Bana söylenenleri not aldım. Lloyd Sigorta Şirketi’nin temsilcisi hasarın büyüklüğünün doğal olmadığını belirtti ama ölçüm yapmayı reddetti. Yangından birkaç hafta sonra, Türk yetkililerle konuşma fırsatını buldum; Hepsi acı içindeydi ve filozofça başların sallayarak, düşmanların kenti harap ettiklerini söylüyorlardı. Kendilerine kızıyor gibiydiler. Yangından sorumlu olduklarını ima ettiler, düşmanı yeterince kontrol edemedikleri için kendilerini sorumlu tutuyorlardı. Hele çıkan dedikodular onları çok kızdırmıştı. Bana; “Kenti ne için yakalım? İzmir tüm servetiyle bir hazinedir ve bizimdir. Kaçan Yunan Ordusu ve donanması ardında büyük miktarda askeri malzeme ve yiyecek depoları bıraktı. Bunlar hem halk için hem de ordu için gerekliydi. Bütün bu malzemelerin yok olmalarının yanı sıra depolar ve istasyonlar da yandı. Denize açılan yani kaçan Rum ve Ermeni kent halkı bu zenginlikten ve bol malzemeden haberdardılar. Ayrıca her şeylerini evlerinde ve dükkanlarında terk etmiştiler. Bütün bunlar tartışmasız bir şekilde bizimdi. Şimdi söyleyin her şeyi yok edecek kadar aptal mıyız biz?” dediler.

 

Yangını Türkler Çıkarmadı Çünkü…

Bana göre ve araştırma notlarımdan çıkan sonuçlar doğrultusunda durum farklıdır. Bu ülke ile ilgili olarak yayın organlarında çok şey yayınlandı hatta Türklerin Amerikan Konsolosluğu’nun çevresine dahi benzin döktükleri dahi yazıldı. Ben uzun süre oradaydım ve itfaiye şefi ile beraber araştırma yapıyordum. Konsolosluğun çevresinde bir damla bile benzin yoktu. Şu da bir gerçek ki, İzmir’deki insanların arasında o anda yani yangın sırasında bulunan en dürüst bir tarihçi bile, birkaç hafta içinde yangından Türklerin sorumlu olduğuna inanırdı. Bunun nedeni Türklerin aşırı kayıtsız görünümleridir. Belki yeterince dikkatli olamamışlardır. Buna karşılık açıkça söylemek gerekirse Türk askerlerinin yangınla mücadele ederken gösterdikleri trajik çabaya bizler hepimiz yakından tanığız. Kısacası ne ben ne de arkadaşlarım Türk askerlerinin ve Türk halkın İzmir’i yaktıklarını ve kentin harap olmasını istediklerini kanıtlayan hatta ima eden hiçbir şey görmedik ve bulamadık. İşaretler başka yöne doğrudur.  Mark O. Prentiss

“Amerikalı bir mühendis olan yazar Mark O. Prentiss Orta Doğu Yardım Ekibi’ndeydi ve yangın esnasında İzmir’de bulunuyordu. Yaşadıklarını ve gördüklerini birçok batılı gazete yayınladı. Yukarda okuduğunuz metni yazdıktan sonra 11 Ocak 1923 tarihinde İstanbul Amerikan Elçiliği’nden Amiral Mark L. Bristol’e yolladı.”

Levent Aslan (Kaynak olarak Fenomen dergisi kullanılmıştır. Ana Sayfada bulunan resim ise www.isteataturk.com sitesinden alınmıştır.)

Levent ASLAN

Levent ASLAN

Yazar

İlginizi çekebilecek diğer içerikler

ORTADOĞU’DA BİR UFO HİKAYESİ GİZEM

ORTADOĞU’DA BİR UFO HİKAYESİ

KÖTÜLÜK İÇİMİZDE Mİ YAŞIYOR? GİZEM

KÖTÜLÜK İÇİMİZDE Mİ YAŞIYOR?

STONHENGE GİZEMİ GİZEM

STONHENGE GİZEMİ

İNSAN RUHU VE AYDINLANMA NEDİR? GİZEM

İNSAN RUHU VE AYDINLANMA NEDİR?

Yorum Yap